Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

8 Ocak 2011 Cumartesi

ESİN AFŞAR


Akort Dergisi Temmuz-Ağustos / 2005

ESİN AFŞAR’IN 35 YILLIK BAŞARI ÖYKÜSÜ...

Ülkemizin tek “Diplomatik Sanatçı”sı Esin Afşar, müzik dünyamızın en önemli seslerinden biri. 1969 yılında Jacques Brel ile “Dario Moreno” ödülünü alan, Monaco Prensesi Grace Kelly tarafından “10.Televizyon Festivalleri”ne davet edilen Esin Afşar, sanat hayatında 35 yılını geride bıraktı. Şimdi sanatçıyı dinliyoruz...

Mavi mavi bakan iri gözleriyle yıllara meydan okuyan bir tavrı var Esin Afşar’ın. Geçen yıllar kişiliğinden, sanatından ve görünüşünden hiçbir şey kaybettirmemiş ona. 35 yıllık meslek yaşamında birçok başarıya imza atan Afşar, hala ilk günkü heyecanıyla sanat çalışmalrına devam ediyor.
İtalya doğumlu Esin Afşar’ın babası diplomat, annesi ise gazeteci. Ailesinden gizli girdiği Konservatuar sınavını kazanarak müzik dünyasına ilk adımını atan Afşar, çocukluğunun en büyük düşünün piyanist olmak olduğunu söyleyerek o yılları şöyle dile getiriyor : “Ankara Kolejinde okuduğum yıllarda hayallere dalardım. Nedense hep beyaz bir tuvalet ile piyanonun başında konçertolar çaldığımı düşlerdim. Sonra annemin ya da abimin sesiyle kendime gelirdim. Çok da sinirlenirdim, beni çağırdıklarında. Gizlice Ankara Devlet Konservatuarının sınavına girdim. Çünkü annem önce koleji bitirmemi istiyordu. Piyano bölümünü kazanmamla artık bir şey söylemedi ve böylece adımımı attım müzik dünyasına.”

Maria Callas ve Leyla Gencer’in hocası olan Madam Hidalgo’dan şan dersleri alan Afşar, operacı olması yönünde eğitim görmüş. Sonunda operayı değil de piyanoyu seçmesi ise çok kızdırmış hocasını: “ Olaylar kendiliğinden gelişti. Opera kaynayan cadı kazanıdır aslında. Onların iç yüzünü bildiğim için çok hırpalanırdım herhalde. Sivrilmiş kişilere tahammülleri yoktur. Leyla Gencer ve Suna Korat’ı tanırım. Çok ıstırap çektiler. O bakımdan belki de iyi oldu. Ben kendime değişik bir yol seçmiş oldum.”

Piyanist olarak atandığı Ankara Devlet Tiyatrolarında Muhsin Ertuğrul’un girişimiyle tiyatrocu olan ve 12 yıl kadar da devlet tiyatrosu sanatçılığı yapan Afşar, “Fantastiks” adlı Amerikan müzikal oyun ile tekrar müzik dünyasına dönmüş.  1969 yılına girerken menajeri Erkan Özerman’ın  ısrarıyla İtalyanca, Fransızca, İngilizce olan repertuarıyla başlamış müziğe yeniden. Folk müziğine yönelmesi ise, o dönemde eşi olan Kerim Afşar, İlhan Selçuk ve Ruhi Su’nun girişimiyle olmuş. “Yabancı şarkılar söyleyeceğine kendi müziğimizle ilgili bir şey yap dediler. Ruhi Su, aslında operadan gelmedir. Kendi sazı ve yorumuyla türkülerimizi en iyi yorumlayan kişidir ve o benim hocam oldu. Onun sayesinde de folk müzik yapmaya başladım. Çok da iyi yaptığıma inanıyorum.”

“DİPLOMATİK SANATÇI” ÜNVANI VE DÜNYA KONSERLERİ

1969 yılı çok önemli bir yıldı Esin Afşar için. Devrin Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil  tarafından konser vermek üzere parlementerlerle birlikte Macaristan’a gönderilerek “Diplomatik Sanatçı” unvanı almış, Jacques Brel ile “Dario Moreno” ödülüne sahip olmuştu. Monaco Prensesi Grace Kelly tarafından  “10. Televizyon Festivali”ne davet edilen Afşar,  1970 yılında da Türkiye’nin  en iyi şarkıcısı seçilmişti. Bu dönemden sonra İtalya, Japonya, Bulgaristan, İsrail, İngiltere, Belçika, Tunus, Avustralya, Fransa, İsviçre gibi birçok dünya ülkesinde konserler vermeye başlayan  Esin Afşar, yurt dışına yönelik  karşısına çok büyük imkanlar çıkmasına rağmen Türkiye’den kopamamış: “ Uzun yıllar Fransa’da konserlerim oldu. Benim orada  yaşadığımı düşünüyorlardı artık. Burada 6 ay kal seni hit yapıcağız dediler. Fakat kızım o zaman çok küçüktü. Onu bırakıp gelemem dedim. Yıllar sonra oğlum dünyaya geldiğinde de aynı teklifi aldım ve gidemedim. Ama yurtdışına konserler için gidip geliyorum zaman zaman.”

Çok sesli müziğin ülkemizde ilk temsilcilerinden olan Esin Afşar; halk müziğimizi, folklorümüzü çok zengin bir kaynak olarak nitelendiriyor. Bizim folklorümüz kadar renkli ve zengin bir ikinci ülke de yok onun için. “ Fransa’da bulunduğum sırada yaptığım ‘Türk Şiirleri ve Ezgileri’ni Türkolog bir hanım  çok çarpıcı bulmuştu. Türkülerin Fransızcasını o yapmıştı. ‘Fransız Şansonunda bu kadar içerikli sözler yok’ demişti. Çok sesli yaptığım türküler büyük ilgi çekiyordu. Çünkü özgün ve farklıydı. Elimizde çok malzeme var bu anlamda. Türkülerimizi yozlaştırıyorlar. Ama özü bozmadan bir şeyler yapılabilir.” Her zaman çok seslilikten yana olan Afşar, ilk çıktığı dönemde var olan  denetleme kurulunun katı ve tutucu tutumlarının büyük zararlarını görmüş. “ Çok seslilikte, piyano ile saz gibi doğu ve batı  enstrümanlarının sentezine karşıydılar. Onun bende büyük zararları oldu.” O dönemde Aşık Veysel ile tanışma şansına sahip olan Afşar, “Aşık Veysel yaşasaydı, jazz eşliğinde yorumladığım Aşık Veysel çalışmama şapka çıkarırdı. Aşık Veysel’in müziğinde Jazz zaten  var.”  diyor. Ankara Devlet konservatuarında öğrenciyken, konser vermeye gelen Aşık Veysel’in şiirlerini okumasıyla tanışmışlar ve yıllar sonrada aynı sahneyi paylaşmışlar. “Çok ileri fikirliydi ve çok seslilikten yanaydı. Türkülerini farklı yorumlamam için ‘ Kimisi elmayı öylece yer, kimisi de komposto yapar’ derdi.” Yunus Emre, Mevlana, Nazım Hikmet, Ahmet Yesevi  adlı çalışmaları diğer önemli eserleri arasında. Çok sesli müzik çalışmalarının dışında ülkemizde çocuk ve yaşlılara yönelik yapılan çalışmalarda boşluk gören  Afşar’ın, bu yönde de çalışmaları bulunuyor. 

“GÜNÜMÜZ MÜZİĞİ YOZLAŞTI...”

Sanat dünyasına 35 yılını veren değerli sanatçımız, günümüzde çok yoz müzik yapıldığı görüşünde: “Kalitesizlik prim yapıyor. Melodi, söz ve içerik diye bir şey yok. Benim dönemimde konservatuar çıkışlı insan çok azdı. Buna rağmen çok kaliteli şeyler çıkıyordu. Günümüzde daha çok konservatuar çıkışlı gençler var, ama yaptıkları kalitesiz. Bu arada az da olsa  işini iyi yapanlarda var. Kubat, Sertab Erener gibi. Gönül ister ki hep kaliteli çalışmalar yapılsın. Çok sık tekrarladığım bir şey belki ama bu konuyu özetliyor. 2500 yıl önce Konfüçyüs, bir ülkenin müziği ve sanatı bozulmuşsa orada her şey bozulmuş demektir diyor ki, ne kadar doğru...” En yoğun döneminde olmasına rağmen yaptığı işleri duyuramadığını ve  TRT 2 gibi kültüre yönelik programlarda yer bulabildiğini ifade ediyor: “Müthiş bir yozlaşma var. Medyada beyin yıkama yöntemiyle kötü şeyler veriliyor insanlara. Oysa ki aynı sistemle iyi şeylerde verilebilir. Ben halkı suçlamıyorum. En son suçlu halktır...Basın bunları bıraksın artık. Nitelikli işler yapmaya çalışan sanatçılara el verilsin. Ben 35 yılımı verdim. Sadece biraz saygı diyorum...”

Çalışmalarına hiç ara vermeden devam eden Esin Afşar, geçtiğimiz 10 Kasım’dan bu yana  Türkiye’nin çeşitli yerlerinde  “Şiir ve Şarkılarla Atatürk Konserleri” düzenliyor. Beş müzisyen ile şiir okuyan bir aktörün eşlik ettiği sanatçı ODTÜ, Sakarya Üniversitesi ve Devlet Opera Bale bünyesindeki yerlerde sahne almış ve sahne almaya devam ediyor. Son olarak üzerinde çalıştığı projenin Türkiye’de bir ilk olacağı yorumunda bulunuyor: “Konservatuar arkadaşım Londra Philharmonic Orkestrası baş viyolacısı olan Ruşen Güneş, viyola ve ses için iki beste yaptığını söyledi. Sürekli iletişim halindeyiz ve büyük bir heyecanla bu çalışmanın üzerinde duruyoruz.”










Hiç yorum yok:

Yorum Gönder