Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

25 Ocak 2011 Salı

YENİ TÜRKÜ



Akort Dergisi Kasım-Aralık/2009


YENİ TÜRKÜ’YLE 30.YIL…
“Olmasa Mektubun”, “Vira Vira”, “Aşk Yeniden”, “Maskeli Balo” gibi daha birçok şarkısıyla akıllara yer eden Yeni Türkü, 30 yılı geride bıraktı. 1979 yılında Derya Köroğlu, Selim Atakan ve Zerrin Atakan ile yola çıkan ve geçirdiği değişimlerle bambaşka bir ekiple bugünlere gelen Yeni Türkü, 30. yılını kutladığı özel bir gecenin ardından,  şimdi de yepyeni şarkılarını söylemeye hazırlanıyor. Uzun süredir albüm yayınlamasa da verdiği sayısız konserle gençlikle bağını koparmayan grup, çok yakın bir zaman dilimi içinde yeni şarkılarının yer aldığı albümünü piyasaya sunacak. 30.yılını yeni şarkılarla karşılayan Yeni Türkü’nün kurucusu ve solisti Derya Köroğlu, “Çizgimizden sapmadık, ilk başta müzik tutumumuz nasıl ise sonuna kadar bunu koruduk. Şimdiki gençler o ruhu algılıyor olsa gerek ki, tekrardan bizi dinliyorlar. Konserlerimiz daha ziyade genç insanlarla doluyor ve o gençliğin içerisinde yeniden, yeniden keşfediliyoruz.”diyor. Yılda 60-70 civarı konser veren Yeni Türkü’nün 30 yıllık hikayesini, grubun günümüze ulaşmasında önemli bir payı bulunan Derya Köroğlu’ndan dinliyoruz….
 Yeni Türkü hangi düşüncelerle yola çıkmıştı? Selim’le müzik yapmaya lisede başlamıştık. Liseye girdiğimde Ankara Fen Lisesi, zaten Selim Atakan’ın liderliğinde Milliyet Liselerarası Müzik yarışmasında birinci olmuştu. Lise bir sonunda ben de orkestraya katıldım ve müzik hikayemiz orada başladı. Selim’in orada olması benim için büyük bir şanstı ve bu şansı doğru kullandım diyebilirim! Her şeyden önce, biz hep yeni bir şeyler yapmaya çalışan insanlardık. Grubumuzun adından da anlaşılacağı gibi, bizim düşüncemiz gerçekten yeni bir şeyler yapmaktı. Ama bu yeniliği, geleneksel müzik üzerine kurmamız gerektiğini düşünüyorduk. Birçok deneysel çalışmalarımız oldu. O dönemde Modern Folk Üçlüsü, Barış Manço, Moğollar, Zülfü Livaneli gibi ağabeylerimizden etkilenmiştik elbette. Ama ben kişisel olarak en çok Fikret Kızılok’tan etkilenmişimdir. İlk albümümüz “Buğdayın Türküsü”nde daha çok geleneksel halk müziği etkileri vardır. Ancak, ikinci albümden itibaren, Türk Sanat müziğinin ve ‘Akdenizli olmanın’ etkileri daha ağır basmıştır. Her ne kadar adımız Yeni Türkü ise de; türküden çok şarkıya yönelik bir yapımız var. Öyle denebilir ki, biz daha çok ‘Yeni Şarkı’ olduk sonraki yıllarda.
O yıllardaki siyasi, politik ve kültürel değişim müziğinize nasıl yansıdı? Siyasal anlamda gerçekten hareketli günlerdi. 12 Mart askeri darbesi, Deniz Gezmiş’lerin asılması gibi trajik olaylar yaşandı.  Bu sürecin akabinde ben ODTÜ’de eğitimime başladım. Öğrenci hareketleri içinde yer almıştım. Mimarlık Fakültesi öğrenci derneğinde çalıştım. Selim de Hacettepe’de tıp okuyordu. Ayrı okullardaydık ama müzik konusunda bir araya geliyorduk. İster istemez 70’li yıllar müziğimize yansıdı. Bu,  “Buğdayın Türküsü”ne olduğu gibi yansımıştı. Şili’de öldürülen büyük şair Pablo Neruda’nın şiiriyle başladı Yeni Türkü. O dönemin siyasal ve politik yapısını “Buğdayın Türküsü”nde görebilirsiniz. Daha sonraki yıllarda da tavrımız devam etti ama ister istemez daha sembolik ve metaforik bir görünüme büründü.
“Yeni Türkü adını bir bayrak gibi taşıdık bugünlere” diyorsunuz. Nasıl başardınız bunu? Aslında çok fazla badire atlattık ama bunlara rağmen “Yeni Türkü”yü devam ettirme sebatını gösterdik. Bunların ilki, Selim Atakan’ın 1982 yılında İngiltere’ye gitmesidir. İkinci albümümüz “Akdeniz Akdeniz”i daha çıkaramadan Selim de, Zerrin de İngiltere’ye gitmişlerdi. “Akdeniz Akdeniz” albümünün çıkması bile şüpheliydi adeta. 12 Eylül darbesinin ve baskı döneminin üzerimizdeki negatif etkisiyle, umutlarımızın elimizden alındığı günler yaşadık. Detaylara girmeden söyleyelim, çok kritik bir dönemden geçtik ama albümü çıkardık. Ardından “Günebakan” ile birlikte, Yeni Türkü yoluna daha kararlı bir şekilde devam etti. Daha sonraki dönemlerde de çeşitli ayrılıklar olmasına rağmen, kendi ismimi değil, Yeni Türkü ismini hep yukarda tutmaya çalıştım. Çünkü bu müziğin ortaya çıkması, birçok kişinin ortak ve samimi katkıları sayesinde olmuştur ve ben de bu olguya hep saygı duymuşumdur.
Bu ayrılıkların sebebi neydi? Grupların hayatında hep ayrılıklar olmuştur maalesef, çünkü zor bir iştir grupları sürdürmek. Ayrılıkların bir kısmı zorunluluklar nedeniyle olmuştu. Örneğin Tuncer Tercan ve Eftal Küçük Ankara’da hayatlarını kurdukları için İstanbul’a gelemediler. Hatta biz gidince Eftal, Çağdaş Türkü’yü kurdu Ankara’da. Yıllar sonra 1991 yılında Selim Atakan‘la yolları ayırdık ve yerine Erkin Hadimoğlu geçti. Bu süreç 97’ye uzanıyor. Şimdiki ekiple “Yeni” adlı albümü yaptık ve bugüne kadar “Yeni Türkü”nün sesini güçlü bir şekilde duyurduk. Her yıl ortalama 60-70 konser veriyoruz.
Geleneksel Türk enstrümanlarıyla batı enstrümanlarını başarıyla sentezlediniz ve çok geniş kitlelere ulaştınız, öncü gruplardan biri oldunuz. Günümüzde bunu başaran sanatçılar var mı?  Bizim öncülüğümüz, en çok Türk makamsal müziğini kullanmamızdadır. Bizden önce bu tam yapılamamıştır. Türküler konusunda çok şey yapıldı ama klasik kemençe, ud, kanun bunlar kullanılmamıştı. Bu çok büyük bir farklılık getirdi. 90’lı yıllarda ortaya çıkan Türk Pop Müziği de bu makamsallığı biraz disko ve arabeskle karıştırarak kullandı. Bizim o dönemdeki öncülüğümüz ya da Modern Folk Üçlüsünün türküleri çok seslendirmesi gibi öncülükler büyük adımlardı. Rock dünyasına Türkçeyi sokan Bulutsuzluk Özlemi olmuştur. Onların öncülüğü gibi bir öncülük yok ama mesela Şebnem Ferah Rock çizgisini çok güzel bir yere taşıdı. İyi sesler var. Sertab Erener, Göksel, Aylin Aslım, Pamela ve başka sanatçıların içinde olduğu bir kızlar grubu var. Onlar insana umut veriyor.
Yeni Türkü müziğine hakim olan Ege ve Akdeniz tınılarının çıkış kaynağı neydi? İçinde yaşadığımız süreçte kendiliğinden oldu gibi ama bizim o dönemde “dünyayı anlamak ve değiştirmek” doğrultusunda çok büyük bir entelektüel bir çabamız vardı. Gitarı çalmaktan önce, ne yapacağımızı bilmek için çok büyük bir çaba gösteriyor, tartışıyor ve kitap okuyorduk. Bunlardan biri de Akdeniz’in tarihini anlatan Braudel’in yazdığı “Akdeniz” isimli bir kitaptı. Bu çok etkilemişti bizleri. Çünkü insanlar o dönemde çokta farkında değildi ‘Akdeniz’li olduklarını. Biz “Akdeniz Akdeniz” albümünü çıkardıktan sonra Akdeniz Festivalleri yapıldı. Bunda Yunan’lıların da çok büyük etkisi var. Onlarla olan 500 yy’lık geçmişimiz, kültürel anlamda ortaklığımız bulunuyor. Zorba filminde Theodorakis’in müziği ve daha sonra da Haris Alexiou bizi çok etkilediler.
 30 YILIN ÖZETİ: İNANÇ VE SAMİMİYET
1979 yılında Derya Köroğlu, Selim Atakan ve Zerrin Atakan ile yola çıkan ve sonrasında  Derya Köroğlu önderliğinde çeşitli müzisyenleri bünyesinde barındıran Yeni Türkü’ye emeği geçen isimler arasında Eftal Küçük, Tuğrul Bayrak, Tuncer Tercan, Murat Buket, Fuat Oburoğlu, Cengiz Onural yer alıyor. Şiirleri besteleyerek yola çıkan Yeni Türkü’nün en önemli özelliklerinden biri de bu.. Şiirlerini besteledikleri Can Yücel, Edip Cansever, Kemal Burkay, Yaşar Miraç, Turgay Fişekçi gibi şairlerimizin yanı sıra, çok usta isimler Yeni Türkü için şarkı sözleri yazdılar: Murathan Mungan, Meral Özbek, Yıldırım Türker... Cengiz Onural’ın şarkı sözleri, özellikle 90’lı yıllarda çok öne çıktı.  90’lı yılların sonuna kadar “Buğdayın Türküsü”, “Akdeniz Akdeniz”, Günebakan”, “Dünyanın Kapıları”, “Yeşilmişik”, “Vira Vira”, “Rumeli Konseri”, “Aşk Yeniden”, “Külhani Şarkılar”, “Süper Baba Müzikleri”, “Her Dem Yeni” adlı albümlerini yayınlayan Yeni Türkü; asıl büyük değişimi ise; 1997 yılında yaşadı. Derya Köroğlu liderliğinde; Erkin Hadimoğlu, Raci Pişmişoğlu, Erdinç Şenol, Furkan Bilgi, Fatih Ahıskalı’dan oluşan yeni ekip “Yeni” adını alan bir albüm hazırladı ve gruba Serdar Barçın’ın katılmasının ardından, Yeni Türkü 2000’li yıllar boyunca 400’ü aşkın konser verdi. 
Yeni Kuşak Yeni Türkünün arasında nasıl bir uyum var? Son 12 yılda verdiğimiz konser daha öncekilere bedeldir bence. Ciddi sayıda konser veriyoruz. Her şeyden önce çok iyi bir performans ekibiyiz. Eskiden gündüz çalışan gece müzik yapan insanlardık. Şimdiki ekip ise tamamıyla müzisyenlerden oluşuyor ve bu nedenle büyük bir fark var. Fazla sayıda konser veriyoruz. Üretimimiz biraz yavaş kaldı şimdi onu sağlamamız lazım. Artık eli kulağında…
Bir grubu ayakta tutmak oldukça zor ve bunun çok fazla örneği görüyoruz. Siz bunu nasıl sağlıyorsunuz? Her şey arkadaş olmaktan geçiyor aslında. Yaş farkımız çok olmasına rağmen, en azından abi-kardeşliği sağladığımız için hiç problem olmuyor. Kazandığımızı bölüşüyoruz. Grupların yaşayabilmesi maddi anlamda çok zordur. Ama biz yıllardır böyle bir problemi yaşamadık Zaten o nedenle dağılmalar oluyor. Mümkün olduğu kadar, birbirimizi kollayarak yolumuza devam ediyoruz. Bu da dayanışmanın ürünü oluyor. 
30. sanat yılınızı çok özel bir konserle kutladınız. O gece neler hissettirdi size? ? Benim için çok dolu ve anlam yüklü bir geceydi. 30 yıl gerçekten uzun bir dönem. Uzun süredir yapmayı planladığımız bir konserdi. Selim Atakan çok destekledi ve emek verdi. Oldukça zor bir işin altından kalktık. Çünkü Yeni Türkü’ye emek ve destek vermiş çok insan vardı. Ve en büyük sürpriz ise Haris Alexiou’nun sırf bizim konserimize katılmak için İstanbul’a gelmesiydi. Kişisel olarak umuyorum ki, herkese olan vefa borcumu yerine getirebilmişimdir. DVD’sini de çıkaracağız.
Yeni Türkü’nün 30 yılını nasıl özetlersiniz? Kendi arkadaşlığımız ve dostluğumuza dayanan, gerçekten bir birikimi olan; hem müzikal anlamda hem de entellektürel birikimi olan arkadaşlar olarak ve belki bunlardan da önemlisi, samimiyetle yaptığımız bir müzik oldu. Çok güzel insanlar katıldı. İlk başta Yaşar Miraç adımızı verdi. Geleceği büyük bir inanç ve samimiyetle yapılmış bir müzik oldu. Zaten insanlara ulaşan bu oldu. İlk 5 albümde, para kazanmadık ve buna rağmen müziğimizi devam ettirdik. İnsanlarla o müziği paylaşmanın kıvancını, gururunu yaşadık. Dolayısıyla çok sağlam bir şey kaldı geriye. Çizgimizden sapmadık, ilk başta müzik tutumumuz nasıl ise sonuna kadar bunu koruduk. Şimdiki gençler o ruhu algılıyor olsa gerek ki, tekrardan bizi dinliyorlar. Konserlerimiz daha ziyade genç insanlarla doluyor ve o gençliğin içerisinde yeniden, yeniden keşfediliyoruz.
Sizin şarkılarınızın dinleyenlere umut veren bir yanı oldu hep… Şu günlerde fazlasıyla hissedilir bir durum bu. Yeni şarkılarınızı ne zaman dinleyeceğiz? Kendi kendimizi tekrar etmeden güncel olmak zorundayız. Zaten zor olan da bu. Müzikal olarak değil de daha çok sözler anlamında bir zorluk var önümüzde. Biz de değişmek zorundayız. Kendi kökümüzü devam ettiriyoruz ama her albümde küçük bir takım yenilikler katmışızdır. Bu döneme uygun bir şeyler katmamız gerektiğine inanıyorum. İnsanların en büyük ihtiyacı ve eksikliği umut. Ama bu bir deniz feneriyse eğer, doğru feneri göstermemiz lazım. Yeni Türkü değişik bir şey yapmış dedirtecek şeyler de olacak ama klasiklerimizde olacak. Albümümüzü Şubat ayına yetiştirmeyi planlıyoruz.
Uzun süre geçmesi bir kaygı yaşatıyor mu size? Aradan 10 yıl geçti. Bütün gruplarda ya da sanatçılarda bir önceki albümü aratmaması gibi bir kaygı her zaman vardır. Yaptıklarımıza baktığımda kaygı duymuyorum. Sevileceğini düşünüyorum.
 “TELİF KONUSUNDA BİLİNÇLİ DEĞİLİZ…”
“Müziğin kopyalanabildiği bir dönemi yaşıyoruz. Öyle bir hale geldi ki, kimse kopyalanmış müzik cd’si bile almıyor. Çünkü internette her şey var, orada bedava. Bu kadar kolay ulaşılabilir olması müzik adına iyi bir şey değil. Yeni bir albüm çıkarmanın motivasyonu çok önemlidir. Yeni bir albüm, yeni bir konsept, yenilenme ve kendini aşma çabası vb. vb. demektir. Ama maalesef ki bu motivasyonu kaybediyoruz. Batı dünyasında da düştü satışlar ama müzik sektörü ve telif konusunda insanların bilinçleri ve farkındalıkları açısından yine de büyük farklar var. Bizde ekonomik duruma bağlı olarak, ne kadar kopyalayabiliyorlarsa o kadar memnun oluyor insanlar.  Eğer “ben çalıyorum demek ki ben hırsızım” bilinci olmadığı sürece bunun önüne geçmek çok zor. Avrupa ülkesi olmanın en büyük şartlarından biri de Entelektüel haklara sahip çıkmaktır. “İnsan beyninin ürettiği fikirlerin”, “üretim”lerin de çalınmaması gerektiğini anlamak lazımdır.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder